Maddeten terakki

İslam’ın hedefi Allah’ın gerçek bir kulu olarak insanı maddeten ve manen terakki
ettirmek, insanın şuurlu bir hayat yaşamasını temin etmektir. Zira insanın iki yönü
bulunmaktadır ve İslam’ın bunlardan herhangi birini ihmal etmesi mümkün değildir. Çok
meşhur olan ve bazılarınca hadis olduğu da ifade edilen “hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya
hemen yarın ölecekmiş gibi de ahirete çalışmak” prensibi bile konumuz açısından çok
önemlidir. Kaldı ki ameller noktasında şu iş dünyaya, şu iş de ahirete bakar demek mümkün
değildir. Zira din ve dünya kesin hatları ile bir birinden ayrılmaz. Din dünyevi işler
konusunda bir takım kurallar ihdas ederken, hedefte bulunan ebedi saadetin kazanılacağı yer
de dünyadır. Bunlar nasıl bir birinden ayrı düşünülebilir? Dini yalnızca kişisel bir tercih
olarak değerlendirip, şahsa mahkum etmek hiç mi hiç doğru değildir. Zira din insanlar arası
ilişkilerde, beşikten mezara bir kısım kaide ve kurallar getirmiştir ki, insanın sanatkarı olan
Zât bu emir ve tavsiyelerle onun mutluluğunu temin etmiştir.
Evet insan çalışacak ve üretecek, mal mülk sahibi olacak, yeri gelecek zengin olacak
ve varlığını, birikimini sadece kendisi için değil diğer Müslüman kardeşleri ve sair insanların
saadetleri için de harcayacak. Her bir mümin de kendisine düşen azim ve gayreti gösterecek
ve bir başkasına ya da başkalarına muhtaç olmamak üzere gayret edecek. Zira önderi ve
rehberi olan Zat “veren el alan elden üstündür” buyurmaktadır. Üstün olmak için de sürekli
çalışmalı, çabalamalı ve veren el olmaya bakmalıdır.
Dini mükellefiyetlerden biri de i’lâ-yı kelimetullahtır, yani Allah’ın kelamını, iman ve
Kur’ân hakikatlerini yüceltme, bildirme ve yayma görevidir. Özellikle asrımızda bunu
gerçekleştirmenin çok önemli yollarından biri de maddeten terakki etmektir. Zira yabancılar
fen ilimlerinde ve sanayide çok ileri gittiklerinden dolayı fen ve sanayi silahıyla
Müslümanları manen ve maddeten baskı altına alıp, ezmektedirler. Bu itibarla Müslümanların
yapması gereken fen ve sanat silahını kuşanıp i’lâ-yı kelimetullahın en dehşetli düşmanı olan
cehalet, yoksulluk ve ihtilafa karşı cihat etmesidir. Ancak medenilere karşı üstün gelmek
aklen ve ilmen ikna iledir. Söz anlamayan vahşilerde olduğu gibi zorla ve kaba kuvvetle
değildir.
Gerçek anlamda İslamiyet araştırıldığında görülecektir ki, İslam’ın getirdiği umdeler
hem maddeten hem de manen ilerleme istidadına sahiptir. Bunlardan maddeten terakkiye

kısaca bakacak olursak olayları saptırmadan olduğu gibi yazan hakiki ve gerçek tarih
İslamiyetin ne denli gelişmeye, terakkiye açık olduğunu, teşvik ettiğine şahitlik etmektedir.
Rusları mağlup eden Japon Başkumandanı Togo Heihaçiro İslâmiyet ile alakalı şu
değerlendirmelerde bulunur: Müslümanlar, İslam hakikatinin kuvvetine ve Müslümanların da
o hakikate uygun hareket etmelerine bağlı olarak medenileşip ilerlemiş olduklarına tarih
şahittir. Her ne zaman İslamiyet’ten ellerini gevşetmişler ve İslam’ın hakikatlerine uymakta
zaafa göstermişlerse vahşete düşmüşler ve gerileyerek hercümerç içinde çeşitli belalara,
sıkıntılara düşmüşler ve düşman karşısında mağlup olmuşlardır. Yani dinlerine sarılmaları
ölçüsünde ilerlemişler, zafiyet gösterdikleri oranda da gerilemişlerdir. İslam’ın dışındaki diğer
dinlerde ise durum tam tersidir. O dinlerin müntesipleri dinlerine ne derece bağlılık
göstermişler ise gerilemişler, ne zaman dinlerinden uzaklaşmış iseler ilerlemişlerdir. Tarih bu
gerçeğin en önemli bir şahididir.
Kur’ân’daki âyet sayısı altıbin küsurdur ve bu ayetlerden yaklaşık bin adedinde akıl ve
aklın verisi olan bilimden söz edilmektedir. Madem ki, akıl bu kadar önemlidir ve Kur’ân da
bu hususta Müslümanları, inananları sürekli olarak çalışmaya teşvik etmektedir, öyle ise
gereği yapılmalıdır. Dünya neden sadece kâfirlere cennet olsun da müminlere cehennem
olsun. Müminler de eğer dinlerinin icabını yerine getirirler ise, o zaman bu dünyayı da cennet
haline getirebilirler. Bu haliyle müminin mükafatı hem dünyada hem de ahirette olacaktır.
Zira inanıp, iyi iş yapanların, helal ve haramı gözetenlerin yaptıkları iş helal olmak şartıyla
âhiret hayatlarına da bir kazanç olarak kabul edilecektir. Mümin olmayanların çalışmalarının
karşılığı sadece dünyada verilir iken, müminlerin ise hem dünyada hem de cennet suretinde
verilecektir.
“Dünya müminin cehennemi, kâfirin ise cennetidir” şeklinde olan rivayet ise şöyle
değerlendirilmektedir: Dünya ne kadar meşekkatli, zor ve elemli olsa da Cennetle kıyas
edildiğinde adeta cehennem gibidir. Tam tersi dünya ne kadar güzel, sıkıntısız, elemsiz,
kedersiz ve mükemmel de olsa cennete nisbeten cehennem gibidir. İşin bu yönüne de bakmak
lazımdır. Ancak yine de Müslümana düşen cehaletten kurtulup bilim silahını kuşanıp, fakr u
zarureti uzaklaştırıp, bir de aralarındaki ihtilafı giderip ittifak ederek dünyayı da cennet haline
getirebilirler.
Bugünkü acınacak halimiz, pür melalimiz hiçbir şekilde dinden ve dini
inançlarımızdan kaynaklanmamaktadır. Suçlu ve bahane bulunacak ise bu hiçbir şekilde İslam
değil, dini yanlış anlayan Müslümanın ta kendisidir. Müslümanın kendi halini tekrar gözden
geçirmesi, Allah’ın ve Peygamberinin emrettiği şekilde aklı, bilimi, çalışmayı öncelemesi
mutlak zarurettir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir