Ferâset ve ferâset sahibi olmak

Yüce Yaratıcımız insana farklı kabiliyetler vermiştir. Bunlardan biri de ferasettir.
Ferâset kelimesi Arapça olup, zihin uyanıklığı, bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti, bir
kimsenin ahlak ve kabiliyetini yüzünden okumak anlamlarındadır. Sözlükte “keşif,
algılama ve ileri görüşlülük” anlamına gelen ferâset kelimesi, dar anlamda bir kişinin
görünüşüne bakarak ahlakı ve karakteri hakkında tahminde bulunmayı ifade eder. Daha
geniş anlamda akıl ve duyu organları tarafından bilinemeyen, ancak sezgi gücüyle
ulaşılabilen tüm bilgi alanlarını kapsar. Ferâsetin bir çeşidi, sebebini anlamadan ve ilham
eseri olarak vücuda gelen seziştir. Bir diğer çeşidi ise, kesbî olup muhtelif huy ve tabiatları
bilmenin sonucunda meydana gelir.
Şüphesiz ki bu farklı bir yetenektir ve Allah’ın bazı kullarına ister lütuf eseri isterse
çalışmasının sonrasında verdiği bir kabiliyettir. İnsan bir kısım yeteneklerini işletir ve
Allah da ona lütuf olarak farklı bir kabiliyet sunar. İnsanların ekserisinde ferâsetin farklı
yansımaları bulunabilir. Herkeste az çok ilerisi ile alakalı olarak bir şahıs, bir zümre, bir
fırka, bir parti hakkında bir takım öngörülerde bulunabilir ve doğru da çıkabilir. Ancak
ferâset daha başkadır, zira ferâseti ile kişi kararlarında çok daha isabet edip, hata etmez.
Tarihte ferâseti bir ilim dalı olarak temellendirmeye çalışanlar olmuştur. Onlara
göre bir kimsenin fizikî yapısına yani boyuna, rengine, çeşitli organlarının yapısına, el ve
yüz hatlarına bakarak onun ahlâk ve karakterini teşhis etmek mümkündür. Bundan dolayı
ilk ve orta çağlarda hükümdarlar, kendilerine görev verecekleri kimselerin seçiminde bu
ilmin verilerinden yararlanmak istemişlerdir. Tarihi olarak geçmiş ümmetlerde bulunan bu
durum, İslam Tarihi boyunca da bir takım İslam alimleri tarafından da kullanıldığı
olmuştur. Hatta bu konuda eserler kaleme almışlardır.
Genellikle keskin bir zekâ ve üstün sezgi gücüne sahip olan kişilerin sıkı bir perhiz
ve çile sonucu ruhî ve fikrî yönlerini güçlendirerek ferâset sahibi olmalarının mümkün
olduğu ifade edilir. “Riyâzî ferâset” denilen bu tür ferâsetin müslümanlarda olduğu gibi
gayri müslimlerde de bulunabileceği de söylenir. Ancak bu yeteneğin Allah dostları olan
velilerde çok daha fazla ileri seviyede olduğu görülmektedir. Ferâset sahibi bir Müslüman
muhatabı hakkında isabetli teşhis koyar, onu her yönüyle tanır, aklından geçeni ve kalbinde
gizlediği hususları Allah’ın inayeti ile bilir. Tasavvufta velîlerin ferâsetinin hiç
şaşmadığına veya hata payının çok az olduğuna inanılır. Aslında ilhamdan ibaret olan
ferâseti keramet gibi Allah’ın sevdiği kuluna bir lütfu olarak görmek gerekir.

Allah Rasulü (s.a.v.), bir hadisinde “Müminin ferâsetinden sakının!. Çünkü o
Allah’ın nuruyla bakar.” (Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 16) buyurmaktadır. Şüphesiz
Rasulullah söyledi ise doğru söyler. Zira ondan bir yalan, doğru olmayan bir söz sadır
olmaz.
Her bir insanın hata edebileceği gibi şüphesiz Müslüman olan bir kişi de yanlış
yapabilir. Tek tek bakıldığında hata etme şansı yüksektir. Ancak konuyla ilgili farklı
kimselerin, alanın mütehassıslarının görüşlerine başvurulduğunda ise hata şansı en aza
iner. Bu yüzden Efendimizin “istişare eden yanılmaz” şeklindeki tavsiyesi çok önemlidir.
Ayrıca Rabbimizin de “Onların işleri istişare iledir” ve “onlarla meşveret et” şeklindeki
emir ve tavsiyeleri dikkate alındığında danışmanın, tek başına hareket etmemenin önemi
bir kat daha artmaktadır.
Bir husus daha vardır ki o da Hz. Peygamber’in ümmetinin asla dalalette ve
sapıklıkta birleşmeyeceği, “Ümmetim asla dalalet üzerinde birleşmez. O halde
cemaatin içinde kalmaya dikkat edin. Çünkü Allah’ın eli cemaatin üzerindedir.” (Zevaid,
5/218) hadisi ile beyan edilmektedir. Bu hadisten anlaşıldığına göre ve yukarıda sözünü
ettiğimiz ayet ve hadisler nazar-ı dikkate alındığında, tek tek ve parça parça değil ancak
ekseriyet ile ve bütünü ile bu ümmet asla dalalette ittifak etmeyecekleri sonucuna
varılabilir.
Müslümanlar çoğunlukla ya da toplu bir vaziyette asla yanlış üzerinde birleşmez.
Zira Allah onlara ferâset gibi bir yetenek bahşetmiştir. Her ne kadar fert bazında birtakım
hataları olsa da toplu halde verdikleri kararlarda Allah’ın izni, inayeti ve lütfu ile yanlış
karar vermezler. Son olarak şu ayetin mealini vererek yazımıza son verelim: “Ey iman
edenler! Şayet Allah’dan ittika ederseniz, o size furkân (hem zahir, hem batında hak olanı
olmayandan, iyiyi kötüden, temizi habisten ayırt edici bir marifet ve nur) verir.” (Enfâl, 29)
Sûfîlere göre nefsin bayağı arzularına karşı koymak, haram ve şüpheli şeylerden
kaçınmak, Hz. Peygamber’in sünnetini bir hayat tarzı olarak benimseyip ona göre yaşamak
insanın ferâset sahibi olmasını sağlar. Dolayısıyla bu tür bir hayat yaşamayanların ferâseti
makbul sayılmamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir