Bizi bir birimize bağlayan nurani bağlar

İnsanlık tarihi boyunca birlik ve beraberlik son derece önemli idi ve önemini de asla kaybetmeyecektir. Zira ailelerin, toplumların ve milletlerin huzur ve refah içinde yaşamaları birlik ve beraberliğe bağlıdır. Bir ve beraber olan milletler daima ileri gitmiş ve muzaffer olmuşlardır. Bir birleri ile uğraşanlar, eksik ve gedik arayanlar, kusur araştıranlar, kendilerinden başkasının düşüncelerine önem vermeyenler, sadece kendisinin ve bağlı bulunduğu ekolün doğru olduğu ve diğerlerinin ise yanlış ve batıl olduğunu düşünen toplumlar ise sürekli bir karğaşa, anarşi ve huzursuzluk içindedirler.

Belirli noktada bütün insanlar Hz. Muhammed (s.a.v.)’in ümmetidirler. Bunların bir kısmı ümmet-i icabe bir kısmı da ümmet-i davettir. Hz. Peygamber’e ve onun davetine icabet edenlere Müslüman denilir ve onlar getirilen daveti gönülden kabul etmiş, kalben inanmış ve dil ile ikrar etmişlerdir. Müslümanlar Hz. Peygamber’in davetine çağırılmaları nedeni ile gayr-i müslim olanlarla da bir kardeşlik bağı vardır. Ancak bu kardeşlik inançta, amelde ve beşeri münasebetlerde bir ve beraber oldukları Müslüman kardeşliği gibi değildir. Biz burada Müslümanlar arasındaki kardeşlikten ve onları bir birlerine rapteden nurani rabıtalardan söz edeceğiz.

Şüphesiz ki, müminler arasındaki uhuvveti ve kardeşliği bozan nifak, ayrılık, kin ve düşmanlık din-i hak olan İslamiyet’çe yasaklanmıştır. Yasaklanan bu fiillere neden olan tarafgirlik, inat ve haset de şüphesiz ki men edilen hususlardan bazılarıdır. İslam’da hedefin ne kadar doğru olması icap ediyor ise ona götüren yolların da meşru, doğru ve helal olması gerekir. Mesela cami gibi bir hayrı yapmak iyidir, böylesi bir hedef güzeldir ancak haram para ile yapılmaya çalışılması ise doğru değildir. Aynı şekilde yasak olan bir fiile götüren yollar da haramdır. Onun için denilebilir ki, nifak, ayrılık, kin ve düşmanlığa sebebiyet veren her türlü söz, eylem ve davranış da yasaktır.

Nifak, ayrılık, kin ve düşmanlığa neden olan inat ve haset hikmetçe, İslamiyetçe, şahsi, sosyal, manevi hayat açısından gerçekten çirkindir, zararlıdır ve insanlık için tam bir zehirdir. Onun için bu tür zararlı yoldan yılandan, akrepten kaçarcasına çekinmek gerekir. Hakikat şudur ki, mümine kin ve düşmanlık beslemek tam bir insafsızlıktır. Konuyla ilgili şöyle bir örnek verilebilir: Bir gemi ya da bir evde dokuz masum ile bir cani olsa bu gemi batırılabilir mi, yakılabilir mi? Hatta bir masum yanında dokuz cani olsa kanun u adaletle yine batırılamaz. Aynı şekilde ilahi bir gemi ve rabbani bir ev değerinde olan bir müminin vücudunda, iman, İslamiyet ve komşuluk gibi dokuz değil, yirmi masum sıfat varken, zararlı ve hoşa gitmeye bir cani sıfat yüzünden ona kin ve düşmanlık beslemek asla doğru değildir. Zira hoşa gitmeyen bir sıfatı yüzünden mümin kardeşine kin ve adavet beslemek manevi vücudun yakılması ve batırılmasına teşebbüs ve arzu etmek büyük bir zulümdür.

Her şeyin belirli gayelere yönelik olarak manalı, faydalı ve tam yerli yerinde olması anlamında hikmet açısından konu değerlendirildiğinde de müminler arasındaki ayrılık kabul edilemez. Bilinmektedir ki düşmanlık ve muhabbet, nur ve zulmet, ışık ve aydınlık gibi zıttırlar ve aynı kalpte gerçek olarak bir ve beraber olamazlar. Sevgi, muhabbet bir kalpte hakiki bulunsa düşmanlık mecazi olarak yer alır ve acımak suretine dönüşür. Mümin diğer mümin kardeşini sever ve sevmelidir, fenalığına karşı sadece acır, merhamet eder. Zorla, baskıyla değil ancak iyilikle düzeltmeye çalışır. Bundan dolayıdır ki Hz. Peygamber Efendimiz, üç günden fazla küslük olamayacağını ifade buyurur. (Buharî, Edeb: 57, 62; İsti’zân: 9; Müslim, Birr: 23, 25, 26) Eğer kalpte düşmanlık hakiki olarak bulunsa bu sefer de muhabbet mecazi olarak orada yer alır ve muhabbeti yapmacık ve dalkavukluk olur.

Müminin diğer bir mümin kardeşine gösterdiği kin ve düşmanlık son derece zulüm olduğunu şu örnekle daha iyi anlaşılabilir. Şüphesiz ki, pek çok şeyde olduğu gibi taşların değerlerinde de farklı bir durum vardır, biri diğerisine göre çok daha kıymetlidir. Bu münasebetle salat ve selam üzerine olsun Efendimiz ile alakalı şu güzel ve manalı dizeleri aktaralım:

Muhammedün beşer lâ ke’l-beşer

Bel hüve yakûd beyne’l-hacer

Mana olarak şöyledir: Hz. Muhammed (s.a.v) beşerdir; fakat diğer beşer gibi değildir. Belki o taşlar arasındaki yakut gibidir. Gerçi yakut da taştır, fakat diğer taşlar gibi değildir. 

Aslına bakarsak taş da toprak da, bitki de hayvan da, dağlar da nehirler ve denizler de mahlukiyet yani Allah’ın yaratması noktasında eşittirler. Her birini yoktan var edip yaratan, ona farklı özellikler veren Allah’tır. Ancak ortak paydamız ifade ettiğim gibi Allah’ın mahluku / yaratması oluşumuzdur. Bir mümin bu bakış açısıyla bütün mevcudatla, varlıklarla bir irtibat kurar. Zira Allah’ın mülkünde, Allah’ın mülkü olarak beraber bulunmaktadırlar. Diğer canlı ve cansızlarla irtibat kuran bir Mümin insanlarla hele hele diğer Mümin kardeşleri ile çok daha samimi ilişkiler içerisinde bulunacaktır. Onlara asla tepeden bakmayacak, küçümsemeyecek, kusurunu görse acıyıp, şefkat edecek, kin ve düşmanlık beslemeyecektir.

Bir mümin asla sapla samanı bir birine karıştırmaz ve karıştırmamalıdır. Mesela adi bir taşı Kâbe’nin taşlarından daha değerli ve Uhut Dağı’ndan daha büyük göremez. Eğer görürse gerçekten akılsızlık eder. Taş taştır, maden madendir, kıymetçe değerleri birdir denilemez. Kömür ile elmas nasıl ki ikisi de maden olmasına rağmen değerce bir birlerinden daha üstündürler aynı şekilde Kâbe taşı da diğer taşlardan daha önemlidir. Evet, Kâbe hürmetinde olan îman ve Uhut Dağı azametinde olan İslâmiyet gibi pek çok İslâmî vasıf diğer Mümin kardeşine muhabbeti, sevgiyi, bir ve beraber olmayı gerektirmektedir. Müminlerde bulunan cüzi, küçük bir kısım hatalar ise adi taşlar gibidirler. Ondan dolayıdır ki mümin mümin kardeşinde bulunan adi taşlar hükmündeki kusurlar yüzünden, onda bulunan İman ve İslamiyet gibi değerleri görmezden gelemez ve gelmemelidir. Aksi taktirde gerçekten büyük bir haksızlık yapılmış ve zulmedilmiş olur.

Bilinmektedir ki imandaki birlik kalplerdeki birliği gerekli kılar. İtikattaki birlik de sosyal hayattaki birliği iktiza eder. Sosyal hayat içerisinde, farklı birlikteliklerimiz ve irtibat noktalarımız vardır. Mesela aynı ilde, aynı tabur ve bölükte askerlik yapmış olmakla asker arkadaşlığı tesis edilir. Bu arkadaşlık hele hele bizim toplumumuzda ölünceye kadar hatıralarla yad edilir. Başımızdaki komutan ve diğer arkadaşlar akla gelmekle sohbetler koyulaşır. Meseleye bu örnek ile bakılacak olursa imanın verdiği nur ve şuur ile ve bu nur ve şuurun gösterdiği ve bildirdiği Allah’ın güzel isimleri sayısınca birlik ve beraberlik irtibatları ve kardeşlik münasebetleri bulunmaktadır. 

Her bir müminin Hâlıkları / Yaratıcıları bir, Mâlikleri / Sâhipleri bir, Râzıkları / Rızık verenleri bir. Binlerce birlik rabıtaları vardır.

Yine her bir müminin Peygamberi bir, dini bir kıblesi bir. Yüzlerce birlikler.

Bütün bunlara ilave olarak köyleri bir, devletleri bir, vatanları bir. Onlarca birlikler.

Evet. Bütün bunlar vahdeti, birliği, beraberliği, ittifakı, muhabbeti, sevgiyi ve kardeşliği gerekli kılan büyük büyük küreleri, yıldızları bir birlerine bağlayabilecek manevi zincirler kıymetindedir. Buna rağmen ayrılık, nifak, kin ve düşmanlığa sebebiyet veren örümcek ağı gibi önemsiz ve devamsız şeyleri tercihle mümine karşı hakiki düşmanlık etmek ve kin bağlamak söz konusu edilen birlik rabıtalarına bir hürmetsizlik ve zulüm olur.

Sonuç olarak bilelim ki mümin gerçek anlamda bir diğer mümin kardeşine kin gütmez, düşmanlık etmez, ona buğzetmez. Zira müminin kalbi Rahman’ın arşıdır. Bu arşta Allah’ın mümin kullarına asla kötülük bulunmaz ve bulunmamalıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir